Allahım! Ululuğun karşısında ürperen ve tir tir titreyen mahzun bir gönülle işte yine kapına geldik. Senden bizleri salâha ve iyiliğe kilitlenmiş kullarından eylemeni, ebrâr ve mukarrebînin hayatına denk bir hayatla bize canlılık bahşetmeni, mükerrem ibâdına lütufta bulunduğun gibi bizleri de nimetlerinle donatmanı, muhlisîn (ihlasa ermiş) ve muhlasîn (ihlasa erdirilmiş) kullarına nasip ettiğin güzellikte bir ölümle hayatımızı hitama erdirmeni, sonra da bizi indinde makbul kullarınla beraber haşretmeni ve Senin yoluna baş koymuş “ilkler“in içinde Cennetine almanı dileniyoruz.
Allahım! Dünyanın her türlü bela ve musibetine karşı bize afv u âfiyet ver! Olmasına hükmettiğin şeylerin şerrinden bizi koru. Önümüzden yahut arkamızdan gelebilecek tehlikelerden bizleri muhafaza buyur. Dünyada ve âhirette bizim için utanç vesilesi olabilecek durumlardan Sen bizi siyanet et ve bizleri konumunun hakkını veremeyip de sukût eden düşkünlerden eyleme! Amin!
Soru: İhlâs ve Uhuvvet risalelerinin lâakal (en az) onbeş günde bir defa okunmasının ısrarla tavsiye edilmesindeki hikmet nedir? Bu alışkanlığı nasıl kazanabiliriz?
İhlâs ve Uhuvvet risalelerinin mevzu olarak ele aldığı meseleler, iman ve Kur’ân’a hizmet eden bir ekip için su, ekmek ve hava kadar önemlidir. Şayet insan, onu hizmet ettirenin Allah olduğunu ve aksine ihtimal vermeyecek şekilde bu duyguyu içine yerleştirmesini sağlayacak olan ihlâsa sahip değilse, hizmet adına koşup dursa da yine şirkten kurtulamaz.
Bir hadiste, Cenâb-ı Hakk’ın ilk sorguya çektiği kimseler arasında muharebe meydanında kanlar içinde ölüp giden şehitten bahsedilir. Aynı hadiste, ilk sorguya çekileceği bildirilen diğer bir grupsa ilim ehli ve diğeri de servetini hayır için sarf eden kimsedir. Şehide, Cenâb-ı Hak mahkeme-i kübrâda sorar: “Niçin öldürüldün?” O, “Yâ Rabbi! Senin yolunda cihadla emrolundum. Ben de öldürülünceye kadar savaştım.” der. Ona Allah, “Hayır! Sen bunu kat’iyen benim için yapmadın; aksine sen bu mücadeleyi, ‘Falan adam ne cesur!’ desinler diye yaptın ve o da dendi.” Yani sen beklediğini aldın ve alacağın kalmadı.
Evet, insan, ne kadar amel yaparsa yapsın, dağlar cesametinde böyle bir amel, eğer ihlâslı yapılmamışsa, Allah tarafından kabul edilmeyecektir. Sıra ilim ehline gelir, “Sen niçin bu ilmi edindin?” diye sorar Allah. O, “Seni anlatmak için yâ Rabbi.” cevabını verir. Allah, ona “Hayır! Sen, falan çok biliyor, ne güzel Kur’ân okuyor, büyük âlim desinler diye yaptın bunu.” diyerek susturur.. ve sanki ona, “Git, mükâfatını onlar versin.” der gibi olur.[1] Malını infak eden için de aynı şeyler geçerlidir. O da aynı şekilde, niyeti sağlam ve ihlâslı değilse aynı itâba maruz kalır.
Evet, ihlâs çok önemlidir; onda öyle bir sır ve öyle bir kuvvet vardır ki, arzu ve emellerinde samimiyetle istediği şeyi Cenâb-ı Hak, kâfire bile lütfeder. Nice inanmayan insan görülmüştür ki, onlar esbabın bi’l-külliye sukût ettiği yerde ızdırarî olarak Müsebbibü’l-Esbap’a dönmüş, hâllerini O’na (celle celâluhu) arz etmişler, O da onlara felâh vermiştir.
Canlı bir misal; uçak kazası oluyor ve uçak buzulların içine düşüyor. On-on iki saat sonra buzların içinden insanlar diri olarak çıkarılıyor. Başka bir örnek; zelzele oluyor, on gün sonra bir adamı taşların altından diri olarak çıkarıyorlar. Bu insanlara sorulduğunda: “Orada esbap bi’l-külliye sukût etti, Rabbime teveccüh edip O’na arz-ı hâlde bulundum.” diyorlar. Bu türden çok vak’a var ki, insan kırık kalbiyle Allah’a teveccüh edip “Yâ Rabbi, yâ Rabbi!” deyince Rabbi de “Lebbeyk!” diyerek onu sahil-i selâmete çıkarmıştır. İşte ihlâsta böyle bir kuvvet vardır.
İhlâslı davranıp, ihlâs melodisini söyleyen insanda öyle bir hususiyet söz konusudur ki o hâliyle insan, Cenâb-ı Hak’tan ne isterse, Allah da (celle celâluhu) onu lütfedip istediğini verir. Ayrıca hizmetimiz adına da ihlâs fevkalâde önemlidir.
Biz, Allah rızası için hizmet etmeyecek ve Rabbimiz’in hoşnutluğunu kazanamayacak, kendilerine hizmet götürdüğümüz insanların dualarını alıp, rıza dairesini genişletemeyeceksek ve Rabbimiz bizim hakkımızda, “Ben sizden razıyım, siz de Benden razı olun.” demeyecekse, bütün bu mücadelelerin hiçbir mânâsı yoktur. Binaenaleyh konumumuz itibariyle biz, hep rıza istikametinde yürüyen kimseler olma yolunda sadece ve sadece Rabbin rızasını gözetmek ve şayet bir semere ve meyve bekliyorsak onları da ötede beklemek durumundayız. Aslında bu düşünce mü’min sisteminin de ruhu ve esasıdır.
İmam Buhârî’nin hadis kitabının başına koyduğu, إِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ “Ameller niyetlere göredir…”[2] hadisi Şâfiî mezhebinde çok önemli bir yer işgal eder; o mezhebe göre her amelde niyet bir esastır. Hanefî mezhebinde, abdest gibi bizzat ibadet olmayan ameller niyetsiz de yapılabilir ama, namaz ve oruç gibi bizzat ibadet olan amellerde niyet şarttır.
Niyet öyle bir iksirdir ki o, hasenâtı seyyiâta, seyyiâtı da hasenâta çevirir. Binaenaleyh ihlâslı olunduğu nispette, Cenâb-ı Hak çok kötü, fena ve karanlık şeyleri aydınlatır ve onları iyi şeyler hâline getirir.
Ayrıca, İhlâs Risalesi okunmalı ki, adanmış ruhlar arasında münakaşa ve tartışmaya meydan verilmesin. Orada anlatılan düsturlara göre mü’minin asıl hedefi, hakkı bâtılın savletinden kurtarmaktır, ağlayan ümmet-i Muhammed’in iniltilerini dindirmek ve izzet-i İslâmiyeyi muhafaza etmektir. Hatta bir bakıma bâtıl karşısında ne kadar ehl-i hak varsa, onların hepsine taraftar olma civanmertliğini sergilemektir. Onun için her on beş günde bir defa onun tekrar edilmesi İslâm’a hizmete adanmış ruhlar için çok önemlidir.
Uhuvvet Risalesi ise mü’minler arasında kardeşlik duygu ve düşüncesini canlandıran hususları ihtiva eden bir risaledir. O da kardeşler olarak bizleri birbirimize bağlar ve âyetin beyanına göre, bizi “bünyân-ı marsûs – kurşunla perçinlenmiş bir duvar”[3] hâline getirir. Burada en önemli husus da kardeşlerin meziyetleriyle yaşama, ittihattaki kuvvete inanma ruhudur. Evet, hakikî bir anlayışla kardeşler omuz omuza verdikleri zaman, 2’nin 11 olması gibi, toplamları 12 olan 3 tane 4 ittihat edip yan yana geldikleri zaman 444 derece güç elde ederler. Bundan dolayı Allah davasında mücadele eden insanlar olarak bizler, O’nun adına ittihat etme, birleşme ve kardeşliği aramızda hakkıyla yaşama mecburiyetindeyiz.
Uhuvvet Risalesi de işte bu bakımdan ehemmiyet arz eden bir risaledir. Keşke bizler, bu kitapları bilenler ve tanıyanlar olarak, onları on beş günde bir tekrar edip okuyabilsek! Okuyabilseydik de bir kısım kinlerimizden ve nefretlerimizden sıyrılarak ehl-i iman ve ehl-i kıble olan kimseleri küstürmeyerek, darıltmayarak ve onlarla sonuna kadar hemhâl olarak yaşayabilseydik..! Ama çoğumuz itibariyle biz, ihlâsın düsturlarını çiğnedik, uhuvvet esaslarına önem vermedik ve çok defa ehl-i imanla bozuştuk; ittihat ve ittifak edemedik. Bir vapurda, aynı vapurun hizmetçileri ve hademeleri bulunduğumuzu, bir fabrikada farklı işlerde çalışan değişik vazifeliler olduğumuz unuttuk. Çoğumuz kendisine düşen işi yapma yerine başkalarının işine karıştı, inhisar-ı fikre düştü ve “Her şeyi ben yapayım.” dedi ve “Şayet bir muvaffakiyet olacaksa, sadece benim cephem adına olmalı.”... gibi Allah’ın sevmediği şeylere gönül kaptırdı. Bütün bu şeyler, Rabbin rızası istikametinde olmadığı için İslâm toplumunun zaafa uğramasına, onun kuvvetinin ve gayretinin fiyasko ile neticelenmesine sebep oldu.
Evet, böyle kitapları çok okumamız lâzım. Ancak okuma bir iştir, okuyup anlama ve hazmetme ikinci bir iştir. Evvelâ birinci iş yapılmalı; her on beş günde bir okuma prensip hâline getirilmeli, hatta arkadaşlardan biri tembellik ederse, öbürü tenbih edip onun okumasını sağlamalı… sonra da anlama üzerinde durulmalı. Kitabı yazan öyle dediği gibi talebeleri de onun 115 defanın üzerinde okuduğunu söylemektedirler.
Kur’ân’ı sık sık okuma, ondaki ulvî, ruhanî emirlerin bizi uyarması, gönlümüze girmesi ve bizde yeni bir fıtrat meydana getirmesi maksadına matuftur. İnsan, bahsedilen risaleleri de bu niyetle okumalıdır; yoksa okur, anlar ve mânâsını kafasına koyup “Artık okumaya gerek yok.” diyebilir ki, bu büyük ölçüde bir yanılmadır. Aslında insan, okuduğu şeyleri her okuyuşta kendinde bir yenilenme hissedecektir ki bunun için tekrar ber tekrar okuma çok önemlidir.
Muhyiddin İbn Arabî'nin (Kaddesallahu Sirrahu) Haftalık Virdi
Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla
Ey Yüce Rabbim! Senden beni marifet basamaklarında yükseltmeni diliyorum. Beni çeşit çeşit hakikat sırlarında dolaştır ve hıfz ü kilâetine mazhar kılarak sübuhât-ı celâline layık olmayan havâtırdan koru.
Rabbim! Her durumda beni Seninle kâim eyle. Lütfuna şahit kıl, uzaklık yakınlık her halimde. Ey fazl ve cömertlik Sahibi! Basiretimi tevhid meydanına öyle aç ki, nazarımı bütün varlıktan kesip her şeyin Seninle kâim olduğunu müşahede edebileyim. Mücerred ve mukaddes Zât-ı Ehadiyet-i Sırfe denizinden üzerime lütuflar yağdır; yağdır ki, idrakimi aciz bırakan ve önümdeki her türlü talep kapısını kapatan alâkalar kesilsin. Gayb-ı Zâtının melekûtundan bana öyle imdat et ki, ben de bu imdat ile huruf-u ekvâna (yaratma ve yaratılana) şahit olabileyim. Zât-ı Ehadiyetinle ilgili mülahazalarımda beni her türlü eksiklik ve yanlışlıktan muhafaza eyle, ey ilmi ve rahmeti ile her şeyi kuşatan Âlemlerin Rabbi!
Ey Rabbim! Bâtın ve zâhirimi ağyar kirlerinden temizle. Mukaddes nurlarının feyziyle beni ahvâl ve etvâra takılmaktan, takılıp kalmaktan koru. Bana ünsiyetinin parıltılarını müşahede ettir. Eşkâl ve eşbâhın incelik ve hakikatlerine beni muttali kıl. Bütün âlemlerde tevhidini açıkça haykıran sesleri bana işittir. Esmâ-i celâliye ve kahriyenin cevherleriyle benim mir’ât-ı ruhuma, tam bir tecelli ile mukâbele buyur. Ol ki, ne ins ne de cinden cebbâr bir basar, zalim bir göz üzerime değmesin. Değmeye kalkışan nefs-i emmareye sahip gözleri de kahhariyetinin şuaları yakıp yok etsin, hor ve hakîr kılsın. Kılsın da o gözü, hüsran içinde benden uzaklaştırsın. Ey bütün yüzler huzurunda boyun eğen, bütün boyunlar karşısında hudû ile iki büklüm olan, Âlemlerin Rabbi!
Yüceler Yücesi Rabbim! Beni Senin hazerât-ı kudsünden uzaklaştıran bütün hâil ve mânilerden uzak tut. Envâr-ı sıfâtının beni bürümesine engel olan sıfatlarımı benden çekip al. Nur-u Zâtının parlak tecellilerinden bir tecelli ile tabiat ve beşeriyetimden kaynaklanan zulmeti izale buyur. Melekî bir kuvvet ile bana öyle medet et ki, onunla üzerime çöken yakışıksız ve çirkin huylardan kurtulayım. Düşünce ve fikir levhamdan şekilleri sil ve inayet elinle onların yerine “kâf” ile “nun” arasındaki yakınlığının sırrını ikâme eyle. Ey Nurların Nuru! Ey feyzinden her şeye bol bol feyz ifâza eden! Ey Kuddûs! Ey Samed! Ey Hafîz! Ey Latîf! Ey Âlemlerin Rabbi!
Salât ve selâm olsun Hazreti Muhammed (aleyhi ekmelüssalavât ve etemmütteslîmât) Efendimiz’e, tertemiz, pırıl pırıl ehline, kerem ve iyilik temsilcileri olan bütün ashâbına. Hamd ü sena, şükr ü minnet, medh ü tebcîl Mabud-u Mutlak Allah’ın Hakkı ve O’na mahsustur
Muhyiddin İbn Arabî'nin (Kaddesallahu Sirrahu) Haftalık Virdi
Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla
Ey Yüce Allahım! Sen yüce Zâtınla Kâim, ulvî sıfatlarınla Muhît, birbirinden güzel isimlerinle Mütecellî, ef’âlinle Zâhir, Zâtını Senden başkalarının hakikatiyle ihata edemeyeceği Bâtın’sın. Celâlinde teksin. Sen nazîri, veziri, dengi, benzeri olmayan bir yektâ Vâhid, ikincisi olmayan tek ve Ehad’sin. Ezel ve ebedde Bâkî olmanla yegâne Ferd’sin. “İyyâke” nazm-ı şerîfindeki vahdaniyetin biricik sultanı Sensin. Ne Senin yanında ne de Seninle beraber Senden başka bir varlık olamaz. Senin sonsuzluğunda fâni olup Seninle bekaya ermek istiyorum Allahım! Senden başka ilah yoktur. İlahî! Beni Sende var ederek, beni benden yok et. Beni varlığında fâni eyle. Müşahedende beni erit. Beni Senden alıkoyan her şeyi benden uzak kıl. Sadece Seninle meşgul eyle ve Senden uzak tutan meşguliyetlerden beni uzak tut.
Allahım! Senden başka ilah yoktur. İlahî! Sen Gerçek Mevcûd’sun, ben ise gerçek ma’dûmum. Senin bekân bizzat, benim varlığım ise bi’l-arazdır.
İlahî! Hak olan varlığınla benim aslında adem olan hâlime cömertçe muamele et; et ki, olmadığım zamanki gibi olayım. Sen zaten ezelden ebede varlığı hiç değişmeyen Yüceler Yücesisin.
Allahım! Senden başka ilah yoktur. İlahî! Sen dilediğini işlemeye muktedir Yüceler Yücesisin; ben ise Senin kullarından bir kulum. İlahî! Sen beni murad ettin ve benden murad ettin. Bu itibarla ben murad Sen de mürîdsin. Zira benim iradem Senin iradene bağlıdır. Senin murad benim de mürîd olmam hasebiyle Sen, Senin benden muradın oldun. Senden başka ilah yoktur. İlahî! Her gayb olanda Bâtın Sen, her görünende Zâhir Sensin. Doğru olan ve olmayan her haberde duyulan Sensin. Teklik ve ikilik mertebelerinde bilinen Sensin. Sen nüzûl esmasıyla isimlendin, gözlerden gizlendin ve akılların idrakinden Zâtını uzak tuttun.
İlahî! Sıfatî tecellilerinin hâsseleriyle tecelli ettin. Varlık mertebelerini ilminde taayyün ettirdin. Hakikatlerin müsemmaları ile her mertebede Kendini tesmiye ettin. Âyetlerin hakikatlerine ait inceliklere ve malum olan şeylerin gizliliklerine akılları şahit tuttun. Önceden yarattığın öncü ruhları İlahî marifet meydanlarına saldın; saldın da her yere sirayet eden o letâif ve işaretlerde bu ruhlar hayrete dalıp kendilerinden geçtiler. Ne zaman ki o ruhları bütün bütün gaybubet ettirdin, benlik ve mekan kaydından kurtardın, mahiyet ve kemiyet vasıflarını selbettin, onlara zâtî irfanlarla belirsizlik marifetlerini öğrettin, İlahî mevâkıftaki rubûbiyet mütalaalarında serbest bıraktın, hicabı ve aradaki mesafeyi kaldırdın, işte o zaman, o ruhlar “Bismillahirrahmanirrahîm” çizgisinde kadim düzenle bir nizama girdiler.
İlahî! Nida edenlerle beraber ben de kaç kez Sana nida ettim. Nida edenlere nida eden Sensin. Yine münacaatta bulunanlarla nice defalar Sana münacaatta bulundum. Münacaat edenlere seslenen Sensin. İlahî! Her yönelenin biricik matlubu Sensin. İnkar edenin varlığındaki ikrar Sensin. Fark makamındaki uzaklıkta yakınlardan yakın Sensin. Ne var ki, insanların idrak ve anlayışlarını vehim istilâ etmiştir. Hâl böyle olunca uzaklaştıran kim, uzaklaşan kimdir? Zaten güzel ve güzellik de doğrudan “Seni Seni” der. Çirkin ve çirkinlik ise dolaylı olarak “Her şeyi güzel Yaratan’a” seslenir. Birincisi seyr ve yolculuğun gidip dayanacağı en son nokta, ikincisi ise gayr düşüncesi ihsas eden bir hicaptır.
İlahî! Akıl ne zaman önündeki engellerin bağlarından kurtulup da hakikatlerin aynasındaki güzellikleri tefekkür etmeye başlayacak? Anlayış ne zaman iftira kökünden ayrılacak ve vehim ne zaman şirkin bağ ve bataklığından sıyrılacak? Tasavvur ne zaman fark makamının ayırıcılığından kurtulacak? Nefis daha ne kadar masiva ahlâkıyla ahlâklanmaya devam edecek?
İlahî! Kullarının ibadetleri Sana herhangi bir fayda sağlamayacağı gibi, işledikleri günahlar da bir zarar verecek değildir. Kalblerin ve perçemlerin melekûtunun saltanatı Senin taht-ı kahrında ve yed-i kudretindedir. Bütün işlerin dönüşü Sanadır ve buna ne itaat ne de isyan eden hiçbir kimsenin hiçbir müdahele selâhiyet ve kudreti yoktur. İlahî! Hiçbir iş Seni başka bir işten alıkoyamaz. İlahî! Vücub Seni hasredemez; imkân Seni sınırlayamaz; ibham Sana perde olamaz ve beyan Senin Yüce Zâtını izah edemez. İlahî! Senin varlığın ve yaratıcılığın burhan ve deliller üstüdür. Onlar Senin varlığının kâimi olamazlar. İlahî! Sen ebed ve ezel Sultanı’sın; ikisi de Senin için müsavidir. İlahî! “Ente” nedir? “Ene” nedir? “Hüve” nedir? “Hiye” nedir? İlahî! Kesrette mi arayayım Seni yoksa vahdette mi? Göndereceğin fereci an içinde mi bekleyeyim yoksa zaman içinde mi? Aslında Senin önünde ve huzurunda olan kul için ne an vardır ne zaman ne bir hazırlık vardır ne de bir dayanak.
İlahî! Benim bekaya mazhariyetim, kendimden fâni olmam ya da Sende fenâya ermem veya Senin beni fâni kılmanla mümkün olur. Keza benim fenâya mazhariyetim Seninle mi gerçekleşmektedir yoksa bana mı öyle gelmektedir. Yoksa başka türlü mü? Yoksa ikisi de mi?
İlahî! Sükûtum sağırlıktan kaynaklanan bir dilsizlik, kelâmım da dilsizliği netice veren bir sağırlıktır. Gel de bütün bunlar karşısında hayrete düşme. Aslında hayret edilecek bir şey yoktur.
Allah’ın adıyla; Rabbim Allah’tır. Allah’ın adıyla; O, bana yeter. Allah’ın adıyla; ben O’na sığınırım. Allah’ın adıyla; O’na tevekkül ederim. Allah’ın adıyla; O’ndan isterim. Allah’ın adıyla; Allah’tan başka gerçek güç ve kuvvet sahibi yoktur. “Ey Yüce Rabbimiz! Yalnız sana güvenip dayandık, Sana yöneldik ve sonunda da Senin huzuruna varacağız.”
Allahım! Zât-ı Ehadiyetin, sıfatın, kayyûmiyetin, basar ve sem’inin nüfuzu, kudretinin tesiri, irade ve ilminin ihatası, güç ve kuvvetinin azameti ve emrinin sırrıyla Senden diliyorum. “Ya Allah! (3 defa)” Ya Evvel, ya Âhir, ya Zâhir, ya Bâtın, ya Nur, ya Hayy, ya Mübîn!
Allahım! Aklımı ledünnî ilimlerle donat. Nefsimi rubûbiyet ahlâkınla ahlâklandır. Hislerimi nuraniyetinin tecelli nurlarıyla te’yîd buyur. Cismimin ve cesedimin her zerresini beşerî garîzaların bağlarından, maddiyata yoğunlaşmaktan ve kevn ü mekana mahpus yaşamaktan halâs eyle.
Allahım! Beni beşerî ve ahlâkî düşüklüklerden kurtarıp, hak ve hakikatinin yüksek mertebelerine ulaştır. Benim koruyup gözeten Mevlâm Sensin. Hayatım da, ölümüm de Sana aittir, Senin elindedir. “Yalnız Sana ibadet eder ve yardımı sadece Senden isteriz.”
Öyle bir nazar kıl ki bana Allahım, o nazar bütün dağınıklığımı gidersin, esrarımı pak hâle getirsin, evrâd ü ezkârımı mele-i a’lâya ulaştırsın ve nurlarımı artırıp güçlendirsin.
Allahım! Beni bütün mahlukatından gâib kıl ve hakkın hatırına beni bütün varlığımla Sana yönlendir. Âlem-i farka ait emir ve tasarruflarını müşahede ettirmek suretiyle beni muhafaza eyle.
Allahım! Bizzat Seninle tevessül ederek Senden isterim. Başka bir şeye değil yalnızca Sana teveccüh ve rağbet ederim. Senden yalnız Seni isterim. Talebim yalnız Sensin.
Allahım! Bütün yakarışlarımı kabul buyurmanda, vesilelerin en büyüğü, faziletlerin en yücesi, en sevgili ve en yakın dost olan Muhammed Mustafâ, Safiy-yi Murtazâ, Nebiy-yi Müctebâ, Efendimiz Hazreti Muhammed’i (sallallahu aleyhi ve sellem) vesile kılıyorum. O’na ebedî, sermedî, ezelî, daimî, İlahî ve Rabbânî salavâtınla salât ve selâm eyle. Bana da O’nun Zâtının kemâlini müşahede ettir. O’ndaki zâtî marifetlerde benim varlığımı erit. Aynı şekilde âline ve ashâbına da salât ve selâm eyle ya Rab; eyle ki, bunu yapacak yalnız Sensin ve Senin şanına da bu yakışır.
Gerçek havl ve kuvvet yalnız ululuk ve azamet tahtının yegâne Sultanı Allah’a aittir. Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, yine sadece Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
Muhyiddin İbn Arabî'nin (Kaddesallahu Sirrahu) Haftalık Virdi
Çarşamba Günü Virdi Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla
Ey Yüce ve Kerîm Rabbim! Kudsiyetinin nurlarını müşahede ile beni şereflendir. Beni ünsiyetinin şiddet-i zuhuru ile te’yîd et; et ki, isimlerinin marifet dalgaları içinde dolaşayım. Öyle dolaşayım ki, müşahedelerimde vücudumun bütün zerrelerinin esrarına muttali olayım. Mülk ve melekût âlemlerine tevdî ettiğin her şeyi müşahede edeyim. Âlem-i Lâhût ve nâsût âyinelerinde kudsiyet sırrının nasıl her şeye sirayet ettiğini ayne’l-yakîn göreyim. Bana tam bir marifet ve aşkın bir hikmet lutfet ki, mevcudâtta esrârına muttali olmadığım hiçbir hakikat kalmasın. Ve yine o marifetle âyetlerin hakikatini idrake mâni olan bütün zulmet perdelerini kaldırayım. Muhabbet, sevgi, rüşd ve reşâdın müheyyicâtı ile kalblerde ve ruhlarda tasarruf edebileyim. Zâtında muhib ve mahbûb, tâlib ve matlûb sadece Sensin. Ey kalbleri evirip çeviren, tasaları gideren Rabbim! Gaybı bilen, ayıpları örten ve günahları çokça mağfiret eden yalnız Sensin. Ey Settâr-ı Ezelî ve ey Ğaffâr-ı Ezelî! Ey Ğaffâr, ey Settâr, ey Hafîz, ey Vâfî, ey Dâfi’, ey Muhsin, ey Atûf, ey Raûf, ey Azîz ve ey Selâm! Beni bağışla. Beni setret. Beni muhafaza buyur. Beni koru. Başımdaki sıkıntıları uzaklaştır. Bana ihsanda bulun. Şefkatinle beni sarıp sarmala. Re’fetini üzerimden eksik etme. Kalbimi sevginle ihya buyur. Beni azîz kıl ve selâmette olunacak ne varsa hepsinden sâlim eyle. Nâhoş fiillerimden dolayı beni muâheze etme. Kötü amellerim sebebiyle beni cezalandırma. Tastamam lütuflarınla şimdi ve sonra hep yanımda ve yardımcım ol. Rahmetinle beni her türlü kirden arındır ve ihlasın özüne ulaştır. Beni Senden başkasına muhtaç etme. Bana afiyet ihsan et, günahlarımı bağışla ve bütün işlerimi ıslah buyur. “Ya Rabbî! Sensin ilah, Senden başka yoktur ilah! Sübhansın, bütün noksanlardan münezzehsin, Yücesin! Doğrusu kendime zulmettim, yazık ettim. Affını bekliyorum Rabbim!” Sen Merhametliler Merhametlisisin. Efendimiz Hazreti Muhammed’e (aleyhissalâtü vesselâm), tayyib ve tâhir ehline, hepsi ebrâr olan bütün ashâb-ı kirâmına salât eyle ve o salavât hürmetine dualarımıza icabet buyur. “Selam bütün peygamberlere. Hamd Âlemlerin Rabbi Allah’a.”
Muhyiddin İbn Arabî'nin (Kaddesallahu Sirrahu) Haftalık Virdi Salı Virdi: Virdü’s-Selam
Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla
“Ey iman edenler! Yeryüzünde Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, son derece dikkatli davranın. Size selâm verene, dünya hayatının geçici ve az bir menfaatini elde etmek için, ‘sen mümin değilsin’ demeyin! Unutmayın ki Allah’ın yanında birçok ganimet vardır. Önceden siz de böyle idiniz, Allah size lütfetti de imanla şereflendiniz. Öyleyse iyi anlayın, dinleyin çok dikkatli davranın! Muhakkak ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” “Allah onunla, rızasını izleyenleri selâmet yollarına iletir, onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola iletir.” “Âyetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman onlara, ‘selâm sizlere!’ de! Rabbiniz merhameti kendi Zâtına temel bir ahlak edinmiştir. Sizden kim bilmeyerek bir günah işler de sonra ardından tevbe eder ve halini düzeltirse O’nun da Ğafûr ve Rahîm (çok affedici ve merhametli) olduğunu bilmelidir.” “İki taraf arasında bir perde, A’râf üzerinde de Cennetlik ve Cehennemliklerin her birini simalarından tanıyacak kimseler vardır ki onlar, henüz Cennet’e girmemiş, fakat girmeyi şiddetle arzular olarak Cennetliklere ‘selâmün aleyküm!’ diye seslenirler.” “Onların orada duaları; Sübhansın Allahım! Her türlü noksandan münezzeh ve yücesin!, birbirlerine iyi dilek ve temennileri ise hep ‘selâm!’dır. Duaları ‘el-hamdülillahi Rabbilâlemin/hamd Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.’ diye sona erer.” “Ey Nuh, denildi, sana ve beraberinde bulunan mümin topluluklara Bizim tarafımızdan bir selâmet ve çok bereketlerle gemiden in! Gelecek nesiller içinde niceleri de olacak ki onları dünyada bir müddet yaşatacağız, sonra da Biz’den onlara gayet acı bir azap dokunacaktır.” “Bir zaman da elçilerimiz İbrahim’e (aleyhisselâm) varıp onu müjdelemek üzere ‘selâm sana!’ dediler. O da, ‘size de selâm!’ deyip çok kalmadan, elinde nefis, güzelce kızartılmış körpe bir dana getirip ikram etti.” “Sabretmenize karşılık size selâmlar, selâmetler! Dünya diyarının ne güzel âkıbetidir bu! diyecekler.” “İman edip yararlı işler yapanlar, içlerinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirilecekler, Rabbilerinin izniyle orada devamlı kalacaklardır. Orada karşılaştıklarında iyi dilek temennileri ‘selâm’ olacaktır.” “Şeytana uymaktan korunan müttakiler ise cennetlerde ve pınar başlarındadırlar. “Selâmetle, emin olarak girin oraya! (denir onlara).” “Onlara İbrahim’in (aleyhisselâm) misafirlerinden de bahset. Onlar ki melekler canlarını tatlılıkla alırlar: Selâm size! Yaptığınız işlerden dolayı buyurun Cennet’e! derler.” “Doğduğu gün de, vefat ettiği gün de, diriltilip kabirden kalkacağı gün de selâm olsun ona!” “Doğduğum gün de, öleceğim gün de, kabirden kalkıp dirileceğim gün de selâm üzerime olsun!” “İbrahim (aleyhisselâm): ‘Selâmetle, hoşça kal!’ dedi. Rabbimden senin için af dileyeceğim. O gerçekten bana karşı çok lütufkârdır.” “Orada onlar boş ve anlamsız söz işitmezler, sadece selâm ve selâmet sözleri duyarlar. Orada ziyafetleri sabah akşam kendilerine sunulacaktır.” “Haydi, varın da şöyle deyin ona: Rabbin tarafından gönderilen elçileriz biz sana! İsrailoğullarını bizimle gönder ve işkence etme onlara! Rabbinden bir belge ile geldik biz sana. Kurtuluş hastır bu doğru yolu tutanlara!” “Biz ateşe şöyle ferman ettik: Dokunma İbrahim’e! Serin ve selâmet ol ona!” “Rahman’ın has kulları o kimselerdir ki onlar yerde tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine laf atarsa ‘selâmetle!’ derler.” “İşte onlara, hak yolda sabır ve sebat göstermelerine karşılık, kendilerine Cennet’in üstün sarayları verilecek. Oraya selâmla, hürmetle buyur edileceklerdir.” “De ki: Hamd olsun Allah’a, selâm olsun seçtiği kullarına. Allah mı hayırlı, yoksa O’na ortak saydıkları şeyler mi!” “Anlamsız, çirkin sözler işitince yüzlerini çevirip uzak durur ve şöyle derler: Bizim işlerimiz bize, sizinkiler de size aittir. Selâm olsun size, hoşça kalın! Cahillerle arkadaşlık etmeyi arzulamayız biz!” “Allah’a kavuşacakları gün: ‘Selâm!’ iltifatı ile karşılanırlar. O, onlara pek değerli ve cömertçe bir mükâfat hazırlamıştır.” “Rabb-i Rahim’den sözle olan bir selâm yine onlara...” “Bütün milletler içinden selâm var Nûh’a.” “Selam olsun İbrahim’e.” “Selam olsun Mûsâ ile Harun’a.” “Selam olsun İlyas’a.” “Selam bütün peygamberlere. Bütün hamdler Âlemlerin Rabbi Allah’adır.” “Rabbilerini sayıp O’na karşı gelmekten sakınanlar ise bölük bölük Cennet’e sevkolunurlar. Nihayet oraya varıp da kapıları açılınca Cennet bekçileri selâm olsun sizlere, ne mutlu size! Haydi, ebediyyen kalmak üzere, giriniz oraya!” derler.” “Şimdi sen onlardan yüz çevir ve: ‘Selâm size!’ de. Artık yakında mâruz kalacakları âkıbeti öğrenirler.” “Haydi, selâmetle girin oraya, bugün artık ebediyet günüdür!” “Onlar yanına varınca: ‘Selam!’ dediler. O da: ‘Size de Selam!’ diye cevap verdi, ama içinden: Bunlar tanımadığım kimseler, hayırdır inşaallah! dedi.” “Onlar Cennet’te ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir laf işitmezler. İşittikleri söz, hep, “selâm! Selâm!” sesleridir.” “Selâm sana ashâb-ı yeminden!” “Cehennemliklerle Cennetlikler elbette bir olmaz. Felah ve başarıya erenler, Cennetliklerdir. Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağın tepesine indirseydik onun, Allah’a ta’zîmi sebebiyle başını eğip parçalandığını görürdün. İşte bunlar birtakım misallerdir ki düşünüp istifade etmeleri için, Biz onları insanlara anlatıyoruz. Allah’tır gerçek İlah! O’ndan başka yoktur ilah. Görünmeyen ve görünen her şeyi bilir. O Rahmandır, Rahîmdir. Allah’tır gerçek İlah! O’ndan başka yoktur ilah! O Melik’tir, Kuddûs’tür, Selâm’dır, Mü’min’dir, Müheymin’dir, Azîz’dir, Cebbâr’dır, Mütekebbir’dir. Allah, müşriklerin iddialarından münezzeh ve yücedir. Allah o gerçek İlahtır ki Halık’tır, Bârî’dir, Musavvir’dir. Hâsılı, en güzel isimler ve vasıflar O’nundur. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih ve tenzih eder. O, Azîz’dir, Hakîm’dir.” “Biz Kur’ân’ı indirdik Kadir gecesi. Bilir misin nedir kadir gecesi? Bin aydan daha hayırlıdır kadir gecesi. O gece Rabbilerinin izniyle Ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner. Artık o gece bir selâmettir gider, tâ tan ağarana kadar.”
Muhyiddin İbn Arabî'nin (Kaddesallahu Sirrahu) Haftalık Virdi
Pazartesi Günü Virdi
Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla
Allahım! Senden nur, hidayet ve iktidâda edep diliyorum. Nefsimin şerrinden ve beni Senden alıkoyan her şeyin şerrinden de yine Sana sığınıyorum. Senden başka bir ilah yoktur.
Allahım! Nefsimi şüphelerden, ahlâk-ı seyyieden, nefsânî hazlardan ve gafletten arındır ve beni her hâlimde Sana itaat eden bir kul eyle. Ey Alîm, bana ilminden öğret. Ey Hakîm, beni hikmetlerinle te’yîd et. Ey Semî’, bana Kendinden duyur. Ey Basîr, bana nimetlerini göster. Ey Habîr, bana nezdinden anlayış lutfet. Ey Hayy, beni zikrinle dirilt. Ey Mürîd, menn ü kudret ve azametinle irademi kayıtlardan arındır. Arındır ki, Sen hiç şüphesiz her şeye gücü yeten bir Kudreti Sonsuz’sun.
Allahım! Her şeyi tedbîr eden Lâhûtiyetinden, musahhar kılınmış nâsûtiyeti ve netice veren fiili diliyor ve tesirli, küllî, mücmeli ve mufassalı takdirde kuşatıcı bir ihata istiyorum. Senin idrak edilemeyen fakat aynı zamanda da vazgeçilemeyen Zâtın, maiyyet tevehhüm edenlerin şirke düşeceği ehadiyetin ve ezeliyetinde Seninle beraber başka bir varlık olduğu zannına kapılanların bühtanda bulunmuş ve ihlas dairesinden ayrılmış olacağı ihatan hakkı için istiyorum. Ey kıdemine yakışmayan şeyler Kendisinden tenzîh edilen! Ey ihata ve azametiyle her şeye kâdir bulunan! Ey nûrânî olan varlığı zulmetli ademden ortaya çıkaran! Ey kalemine ezelî ilminden bahşettikleriyle felekleri tasvir eden! Ey hikmet sırlarıyla, hükümlerini değişik şekillerde ortaya koyan! Uzak olanın yakın bulunandan istemesi gibi Sana nida ediyorum. Sevenin sevdiğini talep etmesi gibi Seni istiyorum. Izdırar içinde kıvranan bir muzdarrın, icabet edeceğine katiyen inandığı birisine el açması gibi Sana yalvarıyorum.
Allahım! Senden gayb perdelerini kaldırmanı ve vehim bağlarını çözmeni diliyorum.
Allahım! Varlığı kendinden olan hayatınla bizi de, fâni hayatlarımızı bâkîleştirmeye muvaffak kıl. Yine bizi malum olan her şeyin esrârını muhît olan bir ilimle bizi serfiraz eyle. Nihayetsiz kudretinle Cennet ve Arş hazinelerini bize de aç ve Yüce Zâtını bilip tanımaya bizi muvaffak kıl. Sıfât nurlarınla beni erit. Ve lütfunla beni bütün kayıtlardan halâs eyle.
Sübhansın Allahım, bütün eksik sıfatlardan münezzehsin. Sonradan var edilen mevcûdâtın özelliklerinden ve noksanlıkla ma’lûl vasıflarından berîsin. Öyle yüce ve paksın ki, ne bir kimse zemme kalkışabilir ne de bu hakikati redd ü inkâra bir yol bulabilir. Sübhansın; Sana Senin rızan dışındaki yollarla ulaşmak isteyenleri aciz bırakırsın. Sübhansın; Seni Senden başka hakkıyla hiçbir kimse bilemez. Sübhansın Allahım; müteâl ve aşkın olmanla beraber yakınlardan daha yakınsın!
Allahım! Bana da sena urbası ve izzet ridası giydir. Celâl ve mecd/şeref tâcıyla taçlandır. Beni beşeriyetime ait bütün hezl, ciddiyet, adediyet, haddiyet, zıddiyet ve nakziyet kayıtlarından tamamıyla tecrid et. İlahî! Sende yok olmam gerçek varlığa ermemdir. Senin gerçek varlığında beni eriterek bendeki varlık tevehhümünü izale et ve beni bende fâni kılarak darlık ve dağınıklığımı gider.
Allahım! Senden başka bir ilah yoktur ve Sen bir misli bulunmaktan münezzehsin. Senden başka bir ilah yoktur ve Sen bir nazîri bulunmaktan müteâlsin. Senden başka bir ilah yoktur ve Sen bir vezir ve müşîrden müstağnisin. Senden başka bir ilah yoktur ey Muğîs, ey Ehad ve ey Samed! Senden başka bir ilah yoktur; vücud Seninle, Senin tutmanla ayakta durur ve alınlar sadece Sana karşı secdeye durur. Gerçek Ma’bûd yalnız ve yalnız Sensin. Kendimden, nefsimden Sana sığınıyorum. Senden bendeki benlik sıfatlarını izâle eylemeni diliyorum. Senden uzaklaştıran, nefsime yaklaştıran, açık ya da kapalı bana benliğimi hissettiren bütün bakiyelerden dolayı istiğfar ediyor ve beni onlardan kurtarmanı diliyorum. Burada ve ötede dilediğini alçaltan, istediğini yükselten, dilediğini eşsiz şekilde yaratan, bazılarını mahrum bırakan, dağıtan ve toplayan Sensin. Sana yalvarıyorum: El-ıyâz, el-ıyâz/Sana sığınıyorum, Sana sığınıyorum. El-ğıyâs, el-ğıyâs/Senin yardımını, Senin yardımını diliyorum. En-necât, en-necât/Kurtuluşu yalnız Senden, yalnız Senden bekliyorum. El-melâz, el-melâz/Senin himayene, Senin himayene dehâlet ediyorum.
Ey kurtuluşumun yegâne sebebi ve biricik sığınağım! Bütün bu isteklerimde ilk var edilen ama vücuda sonradan gelen, Hazreti İlm’in en kâmil nuru, hayatın ruh-u ekmeli, ezelde rahmetin açılmasının ve yayılmasının biricik sebebi, lâhûtî buudlu en yüce ahlâkın zirvesi, hâtemiyetiyle dünya sahnesini kapatıp âhiret sahnesini açan, hidayet ve beyan nuru, ilim, temkin ve iman derinlikli mücessem rahmet, Resûl-ü Müctebâ Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi vesellem) vesileliğine sığınıyor ve O Nebîler Serveri hürmetine dualarıma icabet mührü vurmanı diliyorum. Yüce Allahım! O Efendiler Efendisi’ne, tertemiz, pırıl pırıl ehl-i beytine, kerem ve iyilik timsali ashâb-ı güzinine, hepsine, kıyamet gününe kadar çok, çok salât ve selâm eyle. Evvel-âhir bütün hamd ü senalar yalnız Sanadır Allahım!
ALLAH’IM!Sen’den şu isimlerinin hakkı için istiyor, sana yalvarıyorum:
Ey her türlü noksan sıfatlardan uzak, bütün güzel isimlerin, yüce ve ezelî sıfatların sahibi ve her şeyin gerçek mâbudu olan Allah’ım,
Ey dünyada dost ve düşman ayırt etmeden bütün mahlûkatı rızıklandıran Rahman,
Ey âhirette, itaatkâr kullarına hususî ihsan ve şefkatte bulunacak Rahîm,
Ey olmuş olanı, olmakta olanı ve gelecekte olacak şeyleri bilen, kendisine kâinatta hiçbir şey gizli kalmayan ve ilmi küçük-büyük, zâhir-bâtın her şeyi kuşatan Alîm,
Ey günahkâr kullarının isyanlarına rağmen, cezalandırmakta aceleci olmayan, çok sabırlı Halîm,
Ey her şeyin kendisinin yanında küçük olduğu azamet (büyüklük, ululuk) sahibi Azîm,
Ey her şeyi yerli yerinde yapan hikmet sahibi Hakîm,
Ey varlığının başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Kadîm,
Ey bizatihî kâim ve dâim olan, varlığı ve varlığının devamı için hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her şeyi varlıkta tutan Mukîm,
Ey hayrı çok olan, sahâvetli, bağışı tükenmeyen, her türlü şeref ve fazîleti kendisinde toplayan, işleri öğülmeye lâyık, affedici Kerîm Rabbimiz,